31.12.2011

BOŞ MU, DOLU MU?

Bir nimete şükretmek için, o nimetin yokluğunun ıztırabını çeken birini görmek, bana emek mahrumu bir kazanım gibi geliyor. Şıklardan giderek cevabı bulmak kadar ucuz...
Oysaki "yok"tan "var" edildiğimizi idrak etmek daha tesirli bir şükür sebebi olmalıydı.
Yani bidayette verilen nimetin "yok" olmasından değil, hediye edilen yüzlerce ve binlerce nimetin "var"lığından şükür hisleriyle dolmalıydık.
--------------------------------------------------
Kuran-ı Kerimde buyuruluyor ki:
*Rahman Kur’ân’ı öğretti.
*İnsanı yarattı, ona konuşmayı öğretti.
*Güneş ve ay bir hesap ile hareket ederler.
*Yıldızlar ve bitkiler hep secdededirler.
*Göğü bu âhenkle O yükseltti ve bu mîzânı koydu ki siz de ders alıp ölçü dışına taşmayasınız.
*Öyleyse siz de tartıyı adaletle yapın, sakın teraziyi, dengeyi aksatmayın.
*Allah yeryüzünü de canlı yaratıklar için alçaltıp döşedi.
*Orada meyve çeşitleri, salkımlarla dolu hurma ağaçları, saplı ve yapraklı hububat ve hoş kokulu bitkiler vardır.
*O halde Rabbinizin hangi nimetlerini inkâr edebilirsiniz? (RAHMAN 1-13)

22.12.2011

BAĞIMLIYIM, BAĞLIYIM!

Bu sene mezun ettiğimiz bir öğrencimiz üniversitesiyle ve oradaki arkadaşları ile ilgili ilk intibalarını şöyle paylaşmıştı:

"Bu arada bizim sınıfta herkes sigara kullanıyor. Alkol desen almış başını gitmiş de tek ben öyle saf gibi kaldım aralarında. Hiç alkol sigara almadım, dedim hepsinin yüzünün rengi bir değişti, çok rezil oldum."

Bu yorumu okuyunca yüreğimin derinlerinde bir sızı hissettim. Siyahın beyaz, beyazın siyah olduğu devir bu olsa gerek diye düşündüm. Bir insan düşünün ki hayatını devam ettirsin diye kendisine karşılıksız verilen sermayesini muhafaza ettiği, amaç dışı kullanmadığı için bu emanetleri suistimal edenlerden utanıyordu.

Dayanamadım ve onun yorumuna bir yorum da ben ekledim:

Alkol ve sigara kullanmamak bir üstünlüktür. Bence o arkadaşların sana gıpta ile bakmışlardır. Çünkü isteseler de sigarayı söndüremez, alkole elveda diyemez, bağımlı olmamanın gücünü bilemezler.
------------------------------------------------------------
Onlar (müminler) öyle mükemmel insanlardır ki şayet kendilerine dünyada hâkimiyet nasib edersek namazlarını hakkıyla ifa eder, zekâtlarını verir, iyi ve meşrû olanı yayar, kötülüğü önlerler. Bütün işlerin âkıbeti elbette Allah’a aittir.  HAC SURESİ-41

2.12.2011

BİR AÇIDAN YALAN SEBEBİ...

Çok dakik bir öğretmenim. Öğrencilerimden de aynı dakikliği beklerim. İkinci zil çaldığında sınıfın kapısı kapanır. Sonra gelenler geç kalmıştır.
Önceleri, derse geç gelenlere nedenini sorardım. Sonra fark ettim ki, mazaret söyleyenler büyük çoğunlukla yalan söylüyorlar. Ardından şöyle düşündüm: "Neden?" sorusunu sorup onları yalan söylemeye niçin alıştırayım?
Artık "neden" sorusunu sormuyor, derhal cezayı veriyorum.
Ceza ne mi? Kaç dakika geç kaldığına bağlı olarak dersin bir bölümünü ayakta takip etmek!
--------------------------------------------------------------------------------
Hz. Enes bin Mâlik (r.a) anlatıyor: “Peygamberimiz Medine’ye gelişlerinden vefâtlarına kadar kendilerine hizmet ettim. Yaptığım herhangi bir işten dolayı bana: (Bunu neden böyle yapmadın? veya yapmadığım bir iş için de, bunu böyle yapmasaydın!; demedi.”
---------------------------------------------------------------------------------
Ey iman edenler! Size açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeyler hakkında sormayın! Maide:101

 

1.11.2011

O'NU UNUTMA!

O'nu unutmuşuz ...  Unuttukça O'nu, başka şeylere kul olmuşuz. Kimi zaman makama... Kimi zaman mekana... Kimi zaman O'nun kullarına kul olmuşuz. Tezata bakar mısın? Nefsimize ve arzularımıza köle oldukça, özgürlükten dem vurmuşuz. 
------------------------------------------------------
Sakın şunlar gibi olmayın ki onlar Allah’ı unuttukları için, Allah da kendi öz canlarını kendilerine unutturdu. Fayda ve zararlarını dahi bilemiyorlar. İşte yoldan çıkanlar bunlardır. (Hasr suresi/19)

8.10.2011

KUSURSUZ KAİNAT, KUSURLU MATEMATİK...

Yıllar önce bir tanıdığımla sohbet ederken bana: "Biliyor musun! Eğer her seferinde şu çiçekle arandaki mesafenin yarısını gidersen, o çiçeği asla koklayamazsın!" demişti. Nedendir bilmem ama o gün o argüman bana çok ama çok romantik görünmüştü.(Çiçek koklayamayacak olmanın neresi romantik demeyin!:)) Belki sonraki yıllarda değişik vesilelerle sohbetlerimde ben de aynı argümanı kullanmıştım.


Geçenlerde fizik öğretmenleriyle sohbetimiz esnasında benzer mevzu tekrar gündeme geldi. Öğretmenimiz bir cismin anlık hızının olamayacağından bahsediyor, bütün hızların aslında bir ortalama hız olduğunu çünkü bütün anların aslında bir zaman aralığı olduğunu söylüyordu. Bu matematik rehberliğinde yukarı atılan ve bir süre sonra geri dönen bir cismin anlık hızının hiç bir zaman sıfır olamayacağını da ekliyordu.


Ben de bir düşünce deneyi yapmaya karar verdim. (Bütün düşünce deneylerini Einstein mi yapacak? Birini de ben yapayım!) Bir foto kamera aldığımı farz ettim. Yukarı atılan bir cismin  fotoğrafını sürekli çektiğimi düşündüm. Ama fotoğraf makinem saniyede 25 resim çekiyordu ve 12. karede yukarı gitmekte olan cisim 13. karede geriye dönmüş oluyordu. Sen bu iş için yetersizsin dedim ona... 
Saniyede 100 resim çeken bir kamera aldım. 50. karede yukarı  giden cisim 51.  karede geriye dönmüş oluyordu. 
Bu kez saniyede 500 resim çeken bir kamera aldım elime... 250. karede yukarı giden cisim 251. karede geri dönmüş oluyordu. Her seferinde durma anına daha fazla yaklaştığımı tahmin ediyor ama bir türlü ulaşamıyordum. Anlaşılan ben saniyede bin, on bin ya da yüz bin resim çeken bir makine kullansam da,  o durma anını yakalayamayacaktım.


Kamerayı aldığım gibi yere çaldım. Ulan, kusurlu aygıt! Neredeyse, kusurlu gözünle kusursuz yaratılan bu gerçeği bana kusurlu gösterecektin" dedim. (Çünkü her geliştirmede beklentiye daha yakın sonuç vermesi, yani kusurunun azalması, bir sonraki düzeltmeye göre hala daha fazla kusurlu olduğunu ispat ediyordu. Yani malum argümana göre, her aşamada kusurunun yarısı giderilse de, asla kusursuz olamayacaktı!)


O sevgili dostlarıma da şimdi şöyle sesleniyorum: "Lütfen, o eksik ve yetersiz matematiğiniz ile  muhteşem yaratılmış bu varlığa nakısiyet atfetmeyiniz. Yani yolun yarısını gide gide, o çiçeği yokluğa mahkum etmeyiniz. Harikalar harikası gözünüzle renginden, burnunuzla da kokusundan lezzet alınız. Sonsuz bir ilimle ve kusursuz bir matematikle yazılmış şu kainat kitabının her noktasını, yetersiz matematiğinizin ihata edebileceğini aklınızdan bile geçirmeyiniz. 
-------------------------------------------------------------------
Rahmetli Durmuş Hocaoğlu üniversite 3. sınıfta bilim tarihi dersimize gelirdi. Bir gün şöyle bir anekdot anlattı. Bir devirde (tam hatırlamıyorum ama eski yunan ya da mısır olma ihtimali yüksek) her bir eşyayı bir tam sayı ile ifade etme moda olmuş. Mesela taş bir sayısına, su iki sayısına, hava üç sayısına vs. tekabül edermiş. Sonra ne mi olmuş? Tarım alanlarını paylaşırken karekök iki sayısınını keşfetmişler.  Ardından almış bunları bir düşünce: "Karekök iki sayısı neyi temsil ede ki?"

6.10.2011

ALNI KEÇE BURNU BEZ....


"Alnı keçe, burnu bez, ayağında bir çuval tuz geliyor!" derdi ablam, eğer biz uyumamakta ısrar edersek.. Ardından derhal yorganımızı başımıza çeker ve gittikçe yaklaşan o hayali yaratığın ayak sesleri(!)ni duymaya çalışırdık.
Ben de çocukluğumda ayağında tuz çuvalı bağlı, alnı keçeli bu mutant yaratığın, evimizin girişindeki ışık girmeyen karanlık dehlizlerde bizi yakalamak için fırsat kolladığını hayal ederdim.

Yıllar önce okuduğum bir kitabında Suzanna Tamaro şöyle yazıyordu: " Bir çocuğu tehlikeler konusunda bilinçli kılmakla onu dehşete düşürmek arasında ayrım vardır. Ayrım; sorumlu bir insanla ürkek bir insan büyütmek arasındadır."
Küçük kızımla konuşurken ona "Dikkat et! Düşeceksin!" demek yerine "Dikkatli ol! Düşme!" demeyi tercih ediyorum. Birinci komut ona düşeceğini ilan ediyor. "Dikkat et" komutu bir işe yaramıyor. Genellikle bu durumda ikaz edilen durumun aynen gerçekleştiği gözlemleniyor.
Ama ikinci komut düşmemenin ön şartı olan "dikkatli olma" eylemine daha çok vurgu yapıyor. Önlem alma düşüncesini pekiştiriyor. Sorumluluk şuurunu geliştiriyor.
-------------------------------------------------------
Enes bin Mâlik (r.a) anlatıyor:
"Bir defasında Peygamber Efendimiz (a.s) secdede iken Hasan ve Hüseyin geldiler, sırtına çıktılar. İninceye kadar Peygamberimiz secdeyi uzattı.
"Oradakiler sordu:
"Yâ Resulallah, secdeyi uzatmış olmadınız mı?"
Peygamber Efendimiz buyurdular ki:
"Oğlum sırtıma çıkınca acele etmekten çekindim."
--------------------------------------------------------------------
Daha cesur ama sorumlu nesiller yetiştirilmesi dileğiyle....

21.09.2011

DÜN DÜNDÜR, BUGÜN BUGÜNDÜR!

Sordum:
"Moralin bozuk görünüyor. Hayırdır, Bir şey mi oldu?"
"Dün gece babamla tartıştık, hocam" dedi.
"Olabilir" dedim. "Herkes bu tür sorunlar yaşar. Ama dünkü tartışma dünde kalmalı! En azından evde kalmalı."
Ardından ekledim:
"Dününün, bugünü berbat etmesine izin vermemelisin!"

18.09.2011

BİR ÖĞRETMEN PERSPEKTİFİ...


Bu sene mezun ettiğimiz çok parlak bir öğrencim bir gün bana:
"Hocam" dedi, fiziğin meşhur bir konusundan bahsederek.
"Ben ortaokulda bu konuyu öğrendim, dershanede de öğrendim, şimdi de okulda öğreniyorum. Aynı konuyu tekrar tekrar öğrenmek benim için çok sıkıcı oluyor."
Ve ardından ekledi:
"Peki siz yıllardır bu konuları tekrar tekrar anlatmaktan hiç sıkılmadınız mı?"
Kendimi bir miktar dinledikten sonra ona şu cevabı verdim.
"Doğru söylüyorsun.Yıllardır bu konuları tekrar tekrar öğretiyorum."
Ve devam ettim:
"Ama bana heyecan veren öğrettiğim konular değil karşımda beni dinleyen öğrencilerimdir. Onların da siması her yıl değiştiğinden, benim için sıkıcı olan bir durum yok. İlk günkü gibi şevkle dersimi vermeye devam ediyorum."

7.09.2011

DEFTER GİBİ AKIL...


Öğrencime sordum: "Flaş Bellek getirdin mi?"
"Aaa! " dedi. "Yine unuttum, hocam!"
Dedim ki:
"Sana bir önerim var. Unutmamak için aklın defter gibi olmalı. Ama unuttuğuna göre, senin aklın defter gibi değil. Eğer aklın defter gibi değilse, bir defter senin aklın olmalı. Yani en kısa zamanda bir not defteri edinmelisin."
Bakalım, not defteri almayı ve deftere not yazmayı başaracakmı!


4.09.2011

YAZMAK ÜZERİNE...

Yazı yazmanın bana verdiği haz kadar başka hiç bir şeyden haz alamam. Yazmayı vazgeçilmez kılan, ortaya bir eser koymak değil; hayalinizdeki dünyayla, daha ötesi kendinizle yüzleşmenin sonuçlarını görebilmektir.

3.09.2011

"KEŞKE!" DEMEYİNİZ!


"Keşke şöyle yapmasaydım!" demek insanın kendine olan güvenini azaltmaktan ve kendini değersiz görmesinden başka bir işe yaramaz. Bunun yerine "bir daha böyle yapmayacağım" demelidir. Böylece kendi kararlılığına inanan irade güçlenir ve kişinin kendine güveni artar.
Bunu, kendisine söyleyip gerçekleştirene ne mutlu! "Bir daha böyle yapmayacağım!"
Üstat Bediüzzaman da öyle demiyor mu?
"Kaderi tenkit eden kişi başını örse vurur. "
Yani geride kalan yaşanmış olaylar kaderdendir.

3.07.2011

KİMİSİ GELİR, KİMİSİ GİDER.


Sevgili Coşkun beyimizin muhterem babalarını da bugün ahirete yolcu ettik. Rahmetliyi morgdan alıp cenaze arabasına koyduktan sonra, yanımdaki arkadaşıma:
"Nicelerini hep böyle uğurladık. Hepsinin de gidişi aynıydı", dedim.
Ardından ekledim:
"Galiba tek farklı gidiş kendi gidişimiz olacak."

------------------------------------------------------
Ey nefsim! Deme: "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder, geçim derdiyle sarhoştur."
Çünkü; ölüm değişmiyor. Firak (ayrılık) bekaya (ebediyet) dönüşüp başkalaşmıyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sürat peyda ediyor.
Hem deme: "Ben de herkes gibiyim." Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak olan teselli ise kabrin öbür tarafında pek esassızdır.
Risale-i Nur' dan.......


1.07.2011

'BENİMDİR' DİYEMEZSİN!

Başlangıçta yoktun.

Ana rahmine atıldığında, tiksindiren bir su halindeydin.

Değiştirildin. Geliştirildin.

Anne bedenine bağlı bir göbek bağından beslendin.

Farklılaştırıldın. Hem de öyle farklılaştırıldın ki, ne gözün beynine, ne de kalbin ciğerine benziyordu.

Büyütüldün. Olgunlaştırıldın. Olgunlaşabilmek için rahat hareket etmen, rahat hareket edebilmek içinde sıvı içine konulman gerekiyordu. Orada ne muhteşem yüzücüydün!

Ama gün oldu, o mekân sana dar geldi. Seni orada değiştirip dönüştüren, nasıl çıkacağını da planlamıştı. Dar bir kapıdan çıkacaktın. Yetişkinliğindeki gibi olsaydı kemik yapın, hem kendin parça parça olur, hem de çıktığın o kapıyı kırar dökerdin. Kemiklerin o kadar esnekti.

İhtiyacın olan gıdan da hazırdı. Hem de nasıl bir gıda! Bütün ihtiyaçlarına haiz bir ab-ı hayattı. Hem öyle bir ab-ı hayat ki, sen bir aylıkken kıvamı başka, sen üç aylıkken kıvamı ve muhtevası bambaşkaydı. Gıdanı işleyebilmek için oksijenin, kemiklerini güçlendirmek için de Güneşin hazırdı.

Neye ihtiyacın varsa hepsi sana koşarcasına gönderiliyordu. Su, hava, Güneş.

Bostanda sebzeleri hazır buldun. Dalda meyveleri de. Yedin. İçtin. Hem de öyle bilinçsizce yedin ki ne gözünün ihtiyacını düşünüyor, ne kalbinin gereksinimlerini biliyordun. Yiyordun, içiyordun ve soluyordun.

O öyle muhteşem işletilen bir mekanizmaydı ki, haddi aşarak yediklerini ve bilmeyerek aldığın zararlıları geriye püskürtüyor bazen de hararetini artırarak senin bir şeyleri yanlış yaptığını sana hatırlatıyordu. Gereksiz olanları bünyende tutmuyor onları da bir şekilde dışarı atıyordu.

Önce günler, sonra aylar ve nihayet yıllar geçti. Tekrar ve tekrar, sürekli çalışan bu mekanizma sende alışkanlık meydana getirdi. Doğaldır dedin. Tabidir dedin. Böyle iktiza eder dedin. Ta ki bir gün birisi isyan etti. Vazifesini terk etti. Tek bir parçanın bozulması muhteşem o mekanizmayı mahvetti.

Öyleyse, ‘göz,-kulak, el-ayak, burun-kulak’ benimdir diyemezsin. Velhasıl-ı kelam! Nefsinin istediği gibi yaşayıp onlara zarar veremezsin!

-----------------------------------------

Ey insanlar! Eğer siz öldükten sonra dirilmekten şüphe ediyorsanız, bilin ki: Biz sizi ilkin topraktan, sonra bir nutfeden, sonra bir yapışkan hücreden, sonra esas unsurlarıyla hilkati tamamlanmış, ama bütün azalarıyla henüz tamamlanmamış bir çiğnem et görünümünde bir ceninden yarattık ki, kudretimizi size açıkça gösterelim. Dilediğimizi belli bir süreye kadar ana rahminde durdururuz. Sonra da sizi bir bebek olarak dünyaya çıkarırız. Sonra güç kuvvet kazanıncaya kadar sizi büyütürüz. İçinizden kimi henüz çocukken öldürülür, kimi de yaşamın en düşkün biçimine götürülür. Öyle ki daha önce bildiği şeyleri bilmez hale gelir.

Yeri de kupkuru görürsün, ama oraya Biz su indirince çok geçmeden kıpırdanır, kabarır da gözü gönlü açan her güzel çiftten nice nebat bitirir. HACC SURESİ 5. AYET.

24.06.2011

BENCE MATERYALİZMİN İKİ YÜZÜ...


Birinci kısım: Önce sadece gördüğüne inanır. Her gördüğü şey ilim ve irfanını artırır ve bir süre sonra görülmeyen, ama duyulan daha sonra ise duyulmayan ama bilinen şeylerin de olduğunu keşfeder. İlmine ilim katar, irfanını artırır

İkinci kısım: Görmediğine inanmaz. O görmediklerinin var olmadığını kendine ispat etmenin peşindedir. Dolayısıyla varlık içinde yokluğu yaşar.




14.05.2011

SEVGİLİYE...


Sevgili,
Sana imiş bütün hasretlerimiz,
Sensizliktenmiş bütün gurbetlerimiz,
Gözümüzün bir gül dalına takılması,
Bir bakışa kalbimizin çarpılması,
Oysa hep Sana imiş...

Sana imiş bütün türküler,
Ayrılığa isyanlar hep Sana imiş...
Bülbülün güle, böceğin çiçeğe şarkısı,
Kerem'in Aslı'ya, Züleyha'nın Yusuf'a tutkusu,
Hep Sana imiş...

Anladık artık,
Hep güzeli seçişimiz,
Her sevdaya düşüşümüz,
Ruhumuz bedene girmeden,
Beden cesedi giymeden önce,
Seni görmemizdenmiş...

4.05.2011

BU DA BENİM FAUST VE MEFİSTOM!


Mefisto: Ben öldükten sonra dirilmeye inanmıyorum.
Faust: Neden inanmıyorsun?
Mefisto: Eti çürüyen, kemikleri toz olup toprağa karışan bir beden nasıl tekrar insan olur?
Faust: Kutsal kitapta Yaratıcı "ilk ben yarattım, öldükten sonra yaratmaya elbette kadirim" buyuruyor.
Mefisto: Ben bir Yaratıcı olduğuna da inanmıyorum.
Faust: Peki, ilk varoluş nasıl gerçekleşti o zaman?
Mefisto: Tabiat yaptı. Şartlar müsait hale geldi. Her etki varoluş yönünde katkıda bulundu. Ama çok uzun yıllar aldı bu süreç.
Faust:(Güldü) O zaman söyle o tabiat anaya o yaptıklarını bir daha yapsın. Artık tecrübe de kazanmıştır. Bu kadar uzun beklemesin. Hatta sıfırdan yapmaktansa, şuradaki mevtalara yedek parçalar taksın. Böylece daha ucuza kapatmış olur.:))
----------------------------------------------------

Şimdi bak Allah'ın rahmetinin eserlerine! Yeryüzünü ölümünden sonra nasil diriltiyor? Şüphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir. O her şeye kâdirdir. (Rum suresi: 50. ayet)

30.04.2011

İŞÇİ VE EMEK BAYRAMI DEYİNCE...

Ben bir öğretmenim ve tam bir emekçiyim! İşimi kendinden geçecek derecede emek vererek yaparım.
1. Bir şey yapmaya karar verdiğimde içimde bir arzu belirir. O kararı ertelemem ve hemen başlarım. Bilirim ki bir işe başlamak bitirmenin yarısıdır.
2. İşimi yaptıkça daha fazla mutlu olurum. İşimde yol aldıkça daha fazla arzu duyarım. Daha fazla arzu duydukça daha fazla coşarım ve o işi neticelendirmek için daha fazla zaman ayırmaya başlarım. Çünkü bilirim ki faaliyette lezzet vardır.
3. İşimi tamamladığımda eserimi zevkle izlerim. Eğer eksiklik tespit edersem, beğeneceğim noktaya ulaşana kadar devam ederim. Ardından onu paylaşmak için can atarım. O yüzden ben sınıfıma giderken hiç bir zaman ayak sürüyerek gitmem. Çünkü bilirim ki her cemal ve kemal sahibi cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister.
4. Yaptığım işin ücretini almak için acele etmem. Hatta bir işe ne kadar çok emek verdiysem ondan o kadar az ücret beklerim. Bazen beklemem bile... Çünkü bilirim ki insan çok nankördür.(Bu Kur'an-ı Kerimde yazar) Ya beklediğin ücreti vermez ve ya verdiği ücret senin emeğine değmez.
5. "Peki bütün bu emeğinin karşılığını ne zaman alacaksın?" diye düşündüğümde aklıma şu ayet-i kerime gelir. "Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükafatını görecektir."
6. Hepsini geçtim! Eskiden ders çalışırken öğretmenim tarafından takdir hisleriyle izlenmekten ne kadar çok memnun olurdum. Peki ya bugün işimi yaparken zamanın ve mekanın Sahibi Yüce Rabbim tarafından sürekli izlenmek nasıl bir mutluluk ve nasıl bir haz verecektir bir düşünsene! Böyle bir rıza mertebesi dünyevi hangi ücrete değiştirilebilir?
.......................................................................................
Allah Teâla hadis-i kudsî de şöyle buyurmuştur: “Salih kullarıma öyle nimetler hazırladım ki: ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de beşerden birinin hatırından geçmiştir.”

28.01.2011

BAZILARI 'ÇÖZÜMSÜZLÜK'LE MUTLU OLUR

Bir şeyin olabilirliğini ifade ettiğimde, birisinin onun yapılamayacağını söylemesi beni ciddi huzursuz ediyor.
Bir şeyin olamayacağını ispat etmek imkansızdır. Çünkü...
Çözüme götürme ihtimali olan bütün koşulların test edilmesi ve olumsuz sonuç alınması gerekir ki, olamayacağı ispat edilmiş olsun.
Sonsuz sayıda kombinasyon test edilebilir mi?
Ama olabilirliğini müspet sonuç veren bir tek düzenleme ispat eder... diğerlerini test etmeye ihtiyaç kalmaz.
Bu yüzden inkar etmek zor, ispat etmek ise kolaydır.

**********************************************
Thomas Edison hakkında ünlü bir hikaye vardır. 9999 kere denedikten sonra kusursuz ampulü keşfedemeyince biri sorar,
" 10.000 inci başarısızlığı da göze alacak mısınız?"O da cevap verir:
"Başarısız olmadım , yalnızca ampulü keşfetmeyen bir yol daha buldum."

26.01.2011

DERDİN Mİ VAR?

Bir arkadaşım sordu: "Saçı başı dağıtmışsın hocam!... bir derdin mi var?"
Ona şöyle dedim:
"Bu soruya iki muhtemel cevabım var:
1. Ya bir şeyler üretmeye çalışıyorsundur dolayısıyla derdin vardır.
2. Ya da bir derdin vardır ve sen onun için bir çare üretmeye çalışıyorsundur."
Dolayısıyla saçımın dağınık olmasından daha doğal bir şey olamaz:))

13.01.2011

MUHAL*-İF OLMAK


Muhalif olmanın olabildiğince yüceltildiği ve kendini dinletme uğraşları yerine, başkasını susturma yöntemleri üzerine daha çok kafa yorulduğu çağımızda, ben artık başka bir şey söylüyorum. Ve diyorum ki, taraf olunan bir düşünceye muhalif olmaktansa, muhaliflerin taraf olacağı bir düşünce üretmek gerekir. Ancak o zaman insanlar değil, düşünceler çarpışır.
Kanaatimce Efendimizin (a.s.) "ümmetimin ihtilafı rahmettir" beyanları bu gerçeği vurguluyor.

Dipnot:
muhal: imkansız

4.01.2011

SPOR DEYİP GEÇMEYİN....


Yarısını kızımın sağlık sorunlarıyla geçirdiğim pazartesi günü, okula vardığımda öğle olmuş ve sınıfımın basketbol maçı çoktan başlamıştı. Skor tabelasına baktığımda 12-8 yeniliyorlardı. 'Sınıf öğretmenleri olarak yanlarında bulunayım' dedim.
İlk devre 14-14 bitti.
Benim hiç sevmediğim bir oyun basketbol...Ne söylemeli acaba diye düşündüm. Bir süre kendi aralarında konuşmalarına izin verdim ve ardından yanlarına gittim. Beni görünce sustular. Sordum:
"Potanın çemberimi daha geniş yoksa basket topu mu?"
O kadar şaşırdılar ki (bu soruyu beklemiyorlardı herhalde) birisi şaşkınlıktan top cevabını verdi... bir kahkaha koptu orada.
"Hakikaten merak ediyorum" dedim.
"Elbette potanın çemberi" dediler...
"O zaman" dedim... "Atın topu içeri!"

Söyleyebileceğim tek şeyim buydu ve hemen oradan ayrıldım...İkinci yarı başladı...
Son on dakikaya gelindiğinde on üç sayı öne geçmişlerdi... Ben de gönül rahatlığı içinde öğleden sonraki dersime hazırlık yapmak için salondan ayrıldım...
Dersin başlamasına bir süre kala yanıma geldiler...yirmi sayı fark atmışlar...
"Hocam dediğiniz oldu" dedi birisi..."Attığımız girdi."
"Elbette girecek" dedim ona...
"Ama ilk devre girmiyordu" dedi. Ona şöyle cevap verdim:
"Çünkü ilk devrede potayı küçük dışını büyük görüyordunuz. İkinci devrede ise potayı büyük dışını küçük gördünüz."

Bu arada bu gün öğrendim ki ikinci turda karşılarına okulun en iyi basketbol oynayan ikinci takımı çıkmış... Ama şimdiden okulun en iyi basket oynayan üçüncü takımı olacakları kesin...
****************************************
Lütfen! Özelde çocukları (genelde kimseyi) bir şeyi yapamayacaklarına inandırmayın. Onlara nasıl yapacakları konusunda rehberlik yapın...

1.01.2011

CUMARTESİNİN GELECEĞİ CUMADAN BELLİDİR (Mİ?)


Yılbaşı kutlamalarıyla ilgili bir grubun diğerini gâvur adetlerini taklitle, diğer grubun da ötekini gericilik ve yobazlıkla suçlamasını gülümseyerek izliyordum. Ta ki Perşembe günü bir öğrencim gelip cumartesileri mutat gerçekleştiğimiz ulusal bilim olimpiyatı hazırlık çalışmasını yapıp yapmayacağımızı sorana kadar.

“Elbette yapacağız. Çalışmamamız için bir sebep mi var?” dedim ona.

“Tabi hocam. Cumartesi günü yeni yılın ilk günü” dedi.

“Olsun!” dedim… “Bizi çalışmaktan alıkoyan sebep ne ola ki?”

“ Ocağın biri hafta içine denk gelse tatil olacaktı” dedi…

“Doğru” dedim. “Ama biz zaten çalışmalarımızı hafta sonu yani tatil günü gerçekleştirmiyor muyuz? Ocağın biri de o günlerden birisi olsun.”

“Ama hocam” dedi… “Biz akşam ailecek toplanıyoruz. Gece geç yatarız. Sabah kalkıp gelmek zor olur”

“Anlaşıldı” dedim… “Ben de o günü aileme ayırırım…”

“Hakikaten hocam yeni yılı merakla beklemiyor musunuz? Yani ertesi gün yeni bir yıla başlayacaksınız.” dedi.

“Güneşin yeni yılda doğup doğmayacağına dair elimde kesin bir kanıtım yok!” dedim.

Bu arada sınıfta bir gülüşme oldu.

“Yani ” dedim… “Belki hava bulutlu olur… -Güneşi gördüm- diyemem. Belki de Güneş beni görür, ama ben onu göremem.”

Sonra ekledim… “Ben yeniden doğacaksam yıla değil, her güne yeniden doğmayı tercih ederim. Güneş bile bir gün doğduğu noktadan ertesi gün doğmuyor. Dünyamız uzayda geçtiği yerden bir daha geçmiyor. Vücut hücrelerimiz bile sürekli yenileniyor ve altı ayda fizyolojik olarak başka bir insan oluyoruz. ”

Tabi… Gençler biraz şamatacı oluyor. Eller havaya kalkınca hemen durdurdum… “Bu alkış işinin de modası geçti… Siz de artık yeni bir yıkama yağlama yöntemi bulun.”

************************************************

Ünal der ki doğduğum gün başlamış yeni yılım,

Feleğin çemberinde geçer gider günlerim.

An gelir gece olur cansız kalır bedenim,

Melek bana gülümserse, ruhum ancak şad olur,

Mevla kul kabul ederse, gedadan sultan olur.

************************************************

(Onlar) kendi aralarında sessizce konuşurken: “Dünyada, olsa olsa on gün kadar bir şey kaldınız” derler. Aralarında konuştukları konuyu Biz pek iyi biliriz. Onların en mûtedil ve en makul olanı, o zaman “Siz bir günden daha fazla kalmadınız.” diyecek. Taha (103-104)